Cihan Aktaş bu hafta Al-Araby Cedid gazetesinin “Dünyadan Yazarlarla Sohbet” bölümüne konuk oldu. Sohbeti gerçekleştiren, Najvan Darwish.

Ülkenizin günümüzdeki edebi ve kültürel ortamını yabancı okuyuculara nasıl anlatırsınız?

Siyasal kutuplaşma dilinin etkilerinden bağımsız düşünülemeyecek bir edebi ve kültürel ortamımız var. Baskın anlatım dili ironi. Sosyal medyaya rağmen son yıllarda özellikle öykü türünde bir canlanma gözleniyor. Buna karşılık roman türüne dönük okuyucu ilgisi sürüyor. Dijital teknolojinin oluşturduğu kültürel şokun büyük ölçüde atlatıldığını söyleyebilirim. Her yaşta insan niceliğine emin olamasa da bir şekilde “eser” vermenin yolunu arıyor.

Eserlerinizi yeni okuyuculara nasıl anlatırsınız ve sizi ilk olarak hangi kitapla tanımalarını istersiniz?

Eserlerim bir yolculuğun farklı safhalarının bir toplamı sayılabilir. Otuz yedi yıldır kitaplarım yayımlanıyor,   yaş dönemlerine veya kişisel eğilimlere göre farklılaşabilir tavsiyelerim.  Geçen yıl,  hayatımda beni etkileyen çeşitli olayları, çalışma tarzımı ve hayata bakışımı doğrudan anlattığım bir kitabım yayımlandı, bir günlük, Seattle Günlüğü. Torunumun doğumu için gittiğim Seattle’da geçirdiğim aylarda tuttuğum geçmişle bugün arasında salınan notlardan oluşan kitap, bir eşik olarak görülebilir.

 Bugünlerde kafanızı meşgul eden sorular var mı, varsa nelerdir?

Ülkemizde mevcut kutuplaşmadan olumlu bir anlamın nasıl üretileceği üzerine düşünüyorum hep. Osmanlı’nın çöküş travmasının etkisini bir türlü üzerimizden atabilmiş değiliz.  Mazlumiyetin sonsuz rövanşına mahkum olmamanın bir yolu bulunmalı. Ciddi, apaçık bağıran sorunlar üzerinden düşünmek önemli geliyor bana: Gelir uçurumları, mülteciye sığıntı muamelesi yapmamanın muaşereti, kadın cinayetleri, betonlaşmanın bir zaruret olup olmadığı, yapıcı bir eğitim, neşeli bir üretkenlik…

Kültürünüzde en sevdiğiniz şey nedir ve bir şeyleri değiştirmek isteseniz bu ne olurdu?  

Zorlu bir coğrafyada yaşıyoruz, bunun dersleriyle ilgili olabilir,  tahakkümü sevmediğimizi düşünüyorum, o nedenle de çalkantılı tarihimiz.  Neyse ki ikramı, paylaşmayı, sohbeti hâlâ seviyoruz. 20. yüzyıl paradigmaların değiştiği bir yüzyıl oldu. Küresel salgın da çoğumuzun hayata bakışını değiştirdi. Göçlere mecbur eden saikleri ortadan kaldırmak, yeşil alanları müteahhit istilasından kurtarmak,  zamanını ekrana teslim etmiş kesimlere okuma sevgisini kazandırmak isterdim. 

En başa dönseniz hangi yolu seçerdiniz?

Aynı yollarda yürürdüm galiba, bunu isterdim. Pozitivizmin bütün hayatı biçimlendiren bir ideoloji gibi algılandığı okullarda eğitim gördüm. Ancak eğitim sadece okulda alınmıyor. Hep mazlumların, kendini ifade etme şartlarından yoksun insanların –temsilini değil de- kendi adlarına konuşma şartlarına sahip olmalarının mücadelesini verdim. Zayıf düşürülmüşlerin kalbini ve onurunu kıracak şekilde kazanılan zaferlerin sahipleri dostum, kardeşim olamazdı.

Dünya üzerinde değişmesini istediğiniz ya da beklediğiniz şeyler nelerdir?

“Bugün saldırgana barışın koruyucusu deniliyor.” Bu, Remarque’nin kahramanlarından biri olan Marill’in sözüydü. Silah lobilerinin yenik düşmesini diliyorum, biz düşünme yetisini haiziz; bir kalbimiz var, bunca bin yıllık yeryüzü maceramızda yaşadığımız alanları esenlik yurduna  dönüştürmenin sebep ve icaplarını çoktan öğrenmiş olmalıydık.

Geçmişte yaşayan ve  tanışmak istediğiniz bir kişi var mı, varsa neden o kişi?

Tek bir kişi söz konusu olunca Hz. Muhammed (sav) derdim. Onun getirdiği mesaj yüzyıllar akıp giderken layıkıyla ne kadar anlaşıldı? Kaynaklar elbette elimizde, ancak o kaynağı bize bütün hayatıyla birlikte öğreten saygıdeğer ve aziz insanla karşılıklı konuşmanın apayrı bir öğreticiliği olurdu.

Size göre günümüzde dünyada yazma eylemi ve yazarlık için en büyük tehdit nedir?

Okumak her zaman çok kapsamlı ve araçlı, ayrıca araçların da sürekli değiştiği bir fiil. İnsan bir şekilde hep okur, bu da yazının, yazma fiilinin hep var olacağını gösterir. Güvercin tüyü veya klavye ile olsun, kalemin kendini asra uydurma gibi bir yeteneği var.

Yazarkenki davanız nedir ve size göre yazmak tek başına bir  dava olabilir mi?

Ben yazarak öğrendim pek çok şeyi ve öğrenmeyi sürdürüyorum, pek çok yazar gibi. Önce insanlığı kurtaracağımızı sanırız. Sonra güçsüzlüğümüzü veya nitelikli yönlerimizi keşfederiz, dünyada pek değişmeyen her şeyle birlikte. Önceliklerimiz değişir. Çaresizlik içindeki insanlara doğrudan ulaşamamanın bir telafisi olmasını umduğum bir yol benim için yazmak. Bir kitabı kaleme alma süreci ise yeryüzü maceramı keşfetmenin bir atölyesine dönüştü zamanla. 

‘Dünya edebiyatı çevirmenler tarafından yazılmaktadır ‘  diye bir söz vardır. Buna katılıyor musunuz ve şimdiye kadar çevirmenlerin sizi ne kadar yansıttığını düşünüyorsunuz?

Kitapları diğer dillere çevrilen bir yazar değilim.  Bazı öykülerim İngilizce, İtalyanca ve Arapça’ya çevrildi. Bir romanım Farsça’ya çevrilecekti, mütercimin yetersiz olduğunu fark edip görüşümü belirttim kendisine. Çeviri bir tür yeniden yazım, öyle düşünürüm. Çevirmen kuşkusuz nadiren yazarın sesini bütün gerçekliğiyle aktarabilir.

 Yazdığınız dil ile ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Yıllarca İran’da yaşadım. Çocuklarım Türkçe’yi aksansız konuşsunlar diye evde Farsça konuşulmamasına dikkat ederdim. Dil mekânımız olabilir ama elbette bu mekânın zindana dönüşmemesi de kendi elimizde. Dil yazarın daimi vatanı. Kanımca bu yüzden, sürgün ve mültecinin diliyle ilişkisi dile yeni bir derinlik, zenginlik kazandırır.

Dilinizdeki unutulmuş bir yazarı günümüzde insanların okumasını ve tanımasını isteseniz  bu isim kim olurdu?

1914’te, ölmeden iki sene önce,  divanını yakmış olan Atkaracalarlı şair Cevriye Banu’yu konu alan yeni romanımı yayına hazırlıyorum bugünlerde. “İnsanlar yanlış anlar,” şeklinde bir endişe onu divanını yakmaya götürmüş. Anadolu’da bir köyde, bir konakta yaşayan, ailenin yöneticisi olma konumu nedeniyle evlilikten uzak duran bir kadın Cevriye Banu. Divanını yakması şüphesiz kadınların metinlerinin doğrudan bir iç dökme, dolayısıyla mahremiyetin ifşası olarak görülmesinden bağımsız düşünülemez.

Bin sene sonra sizi okuyacak olanlara nasıl bir resim bırakmak isterdiniz?

Çok zor duruma düşenler için bir cümlemin, bir metnimin dayanma gücü oluşturabilecek şekilde ilham kaynağı olmasını isterdim. Döneminin meselelerine kör ve sağır yaşamamış, yazarlığı –Türk öykücülüğünün öncü isimlerinden olan Ömer Seyfettin’in ifadesiyle- rafta dizili yaldızlı ciltlerin sahipliğine indirgemeyen, sözüne sadık bir yazar olarak tanınmayı da…

Bugün sizi okuyacak olan Arap okuyuculara özel olarak bir şey söyler misiniz?

Malik Bin Nebi’nin İslam Dünyasındaki kültürel sorunlar konusunda 1950’lerde yaptığı tespiti paylaşmak isterim:  “İslam toplumları kültürel devingenliği güçlendirecek bağlantılardan yoksun, bu da bir tür kısır döngüye sevk ediyor kültür ortamlarını.” Yazmak ne olursa olsun bir söyleşi arayışıdır. Yazar arkadaşım Peren Birsaygılı Mut’un Filistin çalışmaları Türkiye’de az bulunur bir örnek ve işte bizi bir araya getirdi.

Najvan Darwish, size ve Al-Araby Cedid okurlarına bu tanışmaların derinleşmesi dileğiyle çok teşekkür ediyorum.